Merhaba değerli okur 🙂
Sana soğuk fakat böyle pencereyi açıp havayı içine çektiğin zaman tertemiz bir havanın kokusunu alabileceğin bir İstanbul akşamında yazıyorum. Sakin bir serinlik var havada, Anadolu’dan Avrupa tarafına geçerken çok güzeldi İstanbul. Karanlıkla beraber havaanın da açık olması, İstanbul ışıklarının kendilerini sunmasına olanak sağlıyordu. Pencereleri açtım ve bu serin havayı içime çeke çeke geçtim Şehitler köprüsünü.
Bugün annemle her zamanki gibi ev alışverişine çıkmıştık. Genelde şöyle yapıyoruz ; Markete manav kısmından giriş yapıyoruz ve kuruyemişler de hemen meyve-sebzelerin yanında. Ben Kuruyemişçiden yarım kilo fıstık alırım ve tezgahtara poşeti kapatmamasını söyledikten sonra , bana market boyunca eşlik edecek olan fıstıklarımı götürmeye koyulurum.(Götürmek derken yemek bâbında 😀 ) Bu sırada da annem istediği şeyleri alır ve arabaya koyar. Ben de arabadan alır teraziye götürürüm ve arabada ki yerleşimden sorumlu olurum. Yerleşim derken orada bir duralım ! Şayet üstün endüstri mühendisi bilgilerimi pratiğe dökebildiğim nadir yerlerden birisidir market arabaları 😀 Çünkü annem meyve-sebze bölümünü tamamladıktan sonra konserve bölümüne girer ordan çıkar yumarta alır , sonra gider süt alır … yani tamamen rastgele bundan sonraki kısım. Yolda ne gördüğümüze bağlı. Bende eşsiz mühendislik bilgim ve becerilerimle arabada bir optimizasyon yapar ve domatesleri bezelye konservelerinin altında kalmaktan, efendime söyleyeyim, zaten buruşuk halde olan maydanoz,nane ve bilimum yeşilliklerin üst kısımda olmasından sorumluyum. Endüstri mühendisi olmak bunu gerektirir …
Yine ben aynı şekil poşetten fıstıkları alarak yerken aklıma çarpıcı bir fikir geldi. Ben bunları yiyorum ama henüz ödemedim . Evet cebimde kesinlikle bu kadar para vardı ve ödeyecektim sonuçta fakat bu henüz ödemediğim gerçeğini değiştirmeyecekti, yani bu fıstıklar henüz benim değildi. Marketin malıydı hâlâ. Sonra acaba haram mal mı yemiş oluyorum diye düşündüm markette. Ama hala yemeye devam ediyorum … Fıstıkları bilirsiniz başladınız mı kurtulamassınız … 🙁 Ben acaba bu yaptığım şey haram mı değil mi diye düşünürken aklıma bir senaryo geldi …
Ey Salih ! Diyelim ki sen şu anda can verdin ve Allah kendisinin ruhunu çektiği zaman “Ey Azamet ve İzzet sahibi Rabbim. Eğer ölüm sarhoşluğunun bu kadar can yakıcı olduğunu bilseydim, Sen’den kullarının ruhlarını kabzettiğim için af dilerdim” diyen Azrail geldi ve ruhunu çekti. O telaşla annen ve oradaki diğer insanlar yanına geldiler ve ambulansı çağırdılar. Daha sonra seni annenle beraber alıp götürdüler ve market arabası falan hak getire hiç birşeyi ödemediniz …
Bu düşünce aklıma gelir gelmez ürperdim ve bu yaptığımın kesinlikle yanlış olduğuna kannat getirdikten sonra elimde kalan fıstıkları da yedim … Şu fıstıklar …
İşin şakası bir yana , bir daha asla böyle bir şey yapmayacağım ve kesinlikle kazanmadığım,hak etmediğim veya bedelini ödemediğim bir şeyi kullanmayacağıma karar verdim. Doğrusu da bu zaten. Bu şekilde düşündüğümde markette yaptığım biraz da ukalalık oluyor aslına bakarsanız. Hani marketteki herifte seni uyarsa müşterilerin çoğundan “ya ne var kardeşim vericez parasını” cevabını alacağını bildiği için seni uyarmaya da yeltenemiyor. Yok baya baya ukalalık bu yaptığım.
Bir şeyi hak etmek için bir fedakarlık yapmanız gerekir.Hiçbir fedakarlık yapmadan kazandığımız şeylerin kaybolması bizi şaşırtmamalıdır. Bir katma değer alıyorsak öncelikle bir bedel ödemek zorundayız. Bu bedelin ham maddesi zamandır. Herşey zamanımızdan çalar. Yani bir şeyin bedelini ölçmek istiyorsak o şey için harcanan zamanı baz alabiliriz. Fakat bizler hammaddeyi,işçiliği,lojistiği ve bunun sonucunda da parayı baz alıyoruz. İşte hata yaptığımız yer bence burası . Bunların bize maliyeti para değil ki zaman. Harcadığımız zamanı paraya eşitleyebilirsek amenna. İşte gerçek hesap. Ama büyük devletler güven parametresini bile göz önünde bulundurarak para basabiliyorlar. Ödenmemiş olan bedelin karşılığını basıyorlar yani. Biz basalım sonra bedel ödenir mantığıyla hareket edemeyiz. Çünkü yukarıdaki fıstık örneğindeki gibi bir ölüm gerçekleşirse fıstığın bedelini kalanlar yani gelecek nesiller ödeyecek. Bu durumun da bizim hoş anılmamızı sağlamayacağına eminim.
Velhasıl sevgili okur, önce bedel öde sonra kullan mantığında olmalıyız diyorum. Ben öyle olmaya karar verdim :)) Fakat bu konu şu şekilde algılanmamalıdır ; Karşı taraf bizden bir iyilik istediği zaman bu iyiliği bir bedel karşılığında yapmak gibi bir anlayış değil bu bahsettiğim. Bu konuda başka yazıya kalsın 🙂
Beni okuduğun için teşekkür ederim .
-Salih Khoja
Leave a Reply